ŞEYH VEFA
Asıl adı Mustafa idi ama, işte beş yüzyıldır, adını verdiği koca bir İstanbul semtinde, vefanın, insan sevgisinin, güzelliğin temsilcisi olarak yaşıyor.
İstanbul semtlerine, fetih günlerinden başlayarak verilmiş isimlerin her birinin bir hikâyesi, bir anlamı, bir canlılığı vardır.
...Asıl adı Mustafa idi, dedik. İstanbul'a renk ve kişilik veren ululardandı ama, doğumu istanbul değil, Konya idi. Mustafa daha küçücük bir çocukken güzelliği ve bu güzelliğin etrafa saçtığı ışıkla, seçilmiş bir çocuktu. Bir gören bir daha başnı çevirir bakar, sonra, dikkatli ve ihtiyatlı bir kimseyse «Maşallah!» der, bununla da yetinmez, Allah'ın lütuflarına karşı hayretle başını sallar, «Maşallah»ına bir de «Suphanallah» eklerdi. Böyle bir çocuktu.
Anası, babası, Konya'nın tanınmış, sayılan ve sevilen insanlarıydı. Haramı helâlden seçmesini bilen erdemli, hâl ehli kimselerdi.
Mustafa, biraz boylanıp poslanıp mahalleye, diğer çocukların içine karıştığı zaman arkadaşları onu çok sevdiler. Yaramaz, atik-tetik bir oğlandı. Ancak bir huyu vardı. Nerede kırbalarını doldurmuş bir saka görse, dayanamaz, ne yapar, ne eder kırbayı deler, zavallı sakacığın kârına kesat karıştırırdı. Bir, iki derken, çocuk bunu iyice zevk edinmişti. Elinden kimse kurtulamıyor, kaçınca kimse tutamıyordu. Hiç bir saka da bu güzel yüzlü çocuğa el kaldırıp, onu bir güzel pataklamaya kıyamıyordu. Sonunda sakalar toplanıp, mahallenin büyüklerinden birine durumu anlattılar. O da, akşam üzeri, güzel Mustafa'nın babasını çağırıp, oğlunun yaramazlığını hikâye etti ve nazik nazik tembihledi: «Canını yakmadan, sen onu biraz korkutuver».
Baba eve geldiği zaman düşünceliydi. Mustafa, herhangi bir çocuk değildi. İşaretler ve müjdelerle dünyaya gelmiş ve onun doğumuyle beraber, hayatlarında pek çok şey değişmişti. Sonra... kırba delmenin zararlı bir iş olduğunu da idrak edecek yaştaydı.